“Şarkı bitince
herkes kendi içine döner
Sessizliği bozacak
yeni bir sokak arardı.
Yalnızlığı bazalı,
yastığı mimozalı gecelerde
Her şey ansızın
kendine sönerdi.
Metrodaki keman
sesi
Masadaki hardaldı.
Yokluğu fark
yaratmaz, varlığı anlamdı.
Öyle bir çiçek
Kendi yeşil, aklı
pembe
Kuytuyu sever
Penceremde
görünmez bir yerde.
Bir tohum ki göğe
taşmış
Geceyle dost,
saçlarımda lodos
Ben uyurken
Nöbet çiçeğim aşktan açmış.”
“Ne oldu? Ben şiir bilemez miyim? Nöbet Çiçeği… Nüvit’in en sevdiğim şiiri. Vahe babam tanırdı Nüvit Alkan’ı. Sadece onu değil, sanat camiasından pek çok tanıdığı insan vardı. Ressamlar, şairler, müzisyenler. Şişli’deki evi hafta sonları dolup taşardı. Rakı sofraları kurulur, sabahlara kadar sohbetler edilirdi. Annesi rahmetli eski tiyatrocuymuş. Babası da modacı. Zamanında bütün sanatçıları o giydirmiş. Vahe babam da güzel sanatlarda resim okumuş aslında. Ama ticareti seven bir adam, resim para kazandırmıyor o dönem. Hoş bu dönem de kazandırmıyor ya neyse. Ticaret adamı olmuş ama sanatçılardan da uzak kalamamış. Evinin kapısı herkese açıktı. Odanın birinde mutlaka o dönem yatılı kalan biri olurdu. Ya evinden kovulmuş bir şair, ya eşinde kaçmış bir ressam ya da o ay kirayı denkleştirememiş bir yazar. Sabahlara kadar memleketin hali ve sanatın durumu konuşulur, varoluşsal sancılara çözümler üretilirdi. Şarkılara şiirlerle eşlik edilir, doğan gün uykulu gözlerle karşılanırdı. Yirmi yaşında falandım, ilk kez evine gittiğimde. Sudan çıkmış balık gibiydim. Yani bizim evimizde de yenilir, içilir, sazlı sözlü sohbetler edilirdi ama buradaki gibi değil. Bu başkaydı. Herkes kitap gibi konuşuyordu. Kadınlar yerinden kalkmıyordu. Tabağa boşalan kendi kalkıp dolduruyordu. Kavga eder gibi her konuyu bağıra çağıra konuşuyordu herkes. Kadınlar erkekler bir an geliyor birbirlerine girecekler zannediyorum sonra birden bir kahkaha patlıyor, ben espriyi anlayamadan herkes birden kendi sakinliğine geri dönüyordu. Bilmediğim şarkılar söyleniyor, etrafta daha önce hiç duymadığım isimler dolanıyor ve kitaplar ve kitaplar konuşuluyordu. Gözlerim parıldadı. O güne kadar hiç parıldamadığı gibi parıldadı. Sanatçı değildim, öyle bir yeteneğim yoktu. Onlar gibi olamazdım. Vahe babama baktım. Ama onun gibi olabilirdim. Konuşulanlardan anlayan, softasını güzel insanlarla paylaşan bir adam olabilirdim. Benim de yerinden kalkmayan, benimle kavga eder gibi tartışabilen ama sonra kahkahasıyla sakinleşen bir kadınım olabilirdi. Karım değil, bir kadınım olabilirdi. Ve sanırım başardım bunu. Şu an bu evin anahtarına sahibim. Bir insanın anahtarına sahibim, bir kapının değil.
Şu tabloya bakın Marc Chagall’ın Doğum günü tablosu. Bu tabloyu Ayten’e ben aldım. Doğum günümde. Evet yanlış duymadığınız kendi doğum günümde aldım. Öyle doğum günü falan seven bir insan değilim. Annemi babamı da sevmem. Doğduğum günü hatırlamıyorum elbette ama hatırlayabilecek olsam, hatırlamak istemem. Ama o gün tütün almaya benim işyerinin yanındaki eski bir pasaja girdim. Daha önce dikkatimi çekmemişti. Ayten’den önce yani böyle şeyler dikkatimi çekmezdi. Kitaptı, resimdi, heykeldi falan. Tam çıkacağım pasajdan, küçücük bir dükkân var resim mesim satıyor. Gözüme çarptı bu tablo. Kadını nedense Ayten’e benzettim galiba. Ya da bu eve. Baktım altında ‘birthday’ yazıyor. Çok şaşırdım. O gün doğum günümdü. Ben bile unutmuştum. O tablo bana günün tarihini ve önemini hatırlattı. İçeri girip hemen satın aldım. Ama kendi evime asmak beni hüzünlendirecekti. Hemen Ayten’i aradım. Günlerden perşembeydi, hani normalde adada olmaz, cumadan gider adaya. ‘Neredesin?’ dedim ‘Evdeyim, adada.’ dedi. Şaşırdım, meğer dersi yokmuş o hafta erkenden gitmiş. ‘İyi dedim, geliyorum akşam sekiz vapuruyla, evde ol,’ dedim. ‘Tamam,’ dedi. Elimde tabloyla kapıdan girince şaşırdı. O güne kadar ona bir hediye almamıştım. ‘Bugün benim doğum günüm de,’ dedim. ‘Sana bir doğum günü tablosu almak istedim,’dedim. Şaşırdı, gözlerinin içi öyle bir parladı ki yıldızlar sönük kalır. Ayaklarım yerden kesildi, bu tablodaki adam gibi. Diyeceğim o ki, hiçbir şeyi zorlama hayatta. Akışına bırak. Hayat çıkaracaksa çıkarır karşına, önüne bir tabloyu getirir koyar. Hem kendi doğumunu hatırlarsın, hem de bir aşkı doğurursun.”
Candan Selman
Nöbet Çiçeği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder