Eğer kâğıda uzanabilseydim, size bir mektup daha yazacak ve beni neden okumamanız gerektiğini anlatacaktım. Ama eylül çoktan gitti ve dostu ekime, uzaktan ıslık çalıyor. “Hadisene be,” diyor. “Şişt sarı, yürü!’ diyor. Ağzı bozuk eylülün, yazdan kalma bir rehavet.
Sonbahardan ve
gözlerimi kör eden bu yapraklardan kurtulabilseydim size bu mektubu yazacak ve
‘şiirimden uzak durun!’ diyecektim. Eskiden beri bilirim; “Dokunabilir ve
sessiz olmalı şiir yuvarlak bir meyve gibi.” Oysa benim şiirim lirik soprano,
üstüne basılmış bir muz kabuğu gibi. Ne yuvarlak ne meyve. Görmeden okur,
basarsanız kelimelerime kayar gidersiniz. Çünkü o bir kabuk. Yangınlardan ve
reçine kanallar kazıp çıktığım istilalardan kalma bir yaranın kabuğu. Annem
üflerken, babam tentürdiyot sürerken.
Bilirim “Yosun
tutmuş pencere pervazındaki aşınmış taş gibi suskun - Kuşların uçuşu gibi
sözsüz olmalı şiir.” Oysa benim martılarım var. Çığlık çığlığa bağıran yeri
göğü köpük ve kanat yapan martılar. Peşimi bırakmayan nereye gidersem gideyim,
arkamdan saçlarıma takılan. Size adadan bahsedebilseydim şayet çam limanından
ve kafamdaki terk-i dünyadan, o zaman görürdünüz şehir nerede, siz
neredesiniz. Ama siz adımınızı atar,
beni okur ve o vapura binerseniz, bir martı olarak geri dönersiniz. Çünkü vapur
uzaklaştıkça şehir küçülür, yakınlaştıkça büyür. O şehirden ne zaman ayrılsam
bende her şey büyür.
Martılardan, adadan
ve vapurdan söz edebilseydim, size denizi de anlatırdım. O fırtınayı. Bir o
yana bir bu yana savrulan italik adımlarımı. Ve lodostan arta kalan kafiyesiz
tuzlu dudaklarımı. Yutarak dalgaları kıyıya yanaşır, suni olmayan bir
teneffüsle karşılardım sizi karada. Çünkü öyle çok deniz var ki içimde can
yeleklerim paramparça.
Gemiler var büyük,
adalar var kıpırtısız, aşk da var tadı tuz. Kim bilir belki size o denizciden
de bahsederdim. Avutuşlarında kayıp, kıyısında ayıp, gezdiğim koyunda. Ama
anlatamam çünkü bilirim. “Gerçeğe eşit olmalı şiir: Gerçeğin kendisi değil.”
Farz edelim ki ben
yazdım bu mektubu tüm gerçekliğe inat. O zaman bastırın teninize, şiirden bir
merhem. Yaranızım sizin, okumayın beni.
Bakmayın siz gün
gelir ve gün gider, değişiverir mevsim.
Göğe kokar ıhlamur, toprakta kavuşur yağmur “Kış yapraklarının gerisinde anı anı bellekte
kalır ya” bilirim “Zamanda kımıltısız olmalı şiir” okumayın beni size yalan söyledim.
Ben aslında kışı severim.
Candan Selman