Pek çok
kültürde eğlence figürü olarak kabul edilen palyaçolar, maskelerinin altına
sakladığı yüzlerinden olsa gerek, komik oldukları kadar ürperticiler de.
Koulrofobi, Yunanca'da tahtabacak anlamına gelen ""κωλοϐαθριστής""
kelimesinden türemiş. Anlamı; Palyaço Korkusu. Dayak yiyen, yere düşen,
ıslanan, şaşıran kısaca insanları güldürmek için komik hareketler sergileyen bu
kadar renkli bir tiplemeden korkmak, kapatılmış bir yüzün yarattığı bir duygu
olsa gerek. Gizlenmiş bir yüzün ardında yatanın iyi mi kötü mü olduğuna karar
verememek, varlığı bir tehdit unsuru olarak algılamak, bu özgül fobinin kaynağı
olabilir.
Palyaço
fobisinin altında yatan nedenlerin başında çocuklukta izlenmiş, bilinçaltında
yer etmiş korku filmlerinin de olduğunu söylesek hata yapmış olmayız sanırım.
Hangimiz romandan sinemaya uyarlama Stephen King’in palyaçosu Pennywise’dan,
O’dan korkmadık ki? Kimi filmlerde karakterler saklanmak, kaçmak yerine
korkularının üzerine gidiyorlar. Tıpkı 2009 yapımı Zombieland filminde olduğu
gibi. Yaşanan zombi felaketinin ardından, post apokaliptik bir dünyada karakter
lunaparkta karşılaştığı zombi palyaçoyu öldürerek, korkusundan arınır.
Genelde
korku filmlerini kurbanın gözünden görür, hikayeyi kurbanın bakış açısıyla
değerlendiririz. Bu bağlamda katilden, yaratıktan, kötü varlıktan korkarız.
Kurbana üzülür, kaçsın, saklansın, kurtulsun isteriz. 2014 yapımı Jon Watts
filmi Clown “Palyaço” bu zincirin dışına çıkıyor ve bizi canavarın
psikolojisiyle tanıştırıyor. Filmin yapımcıları Jon Watts ve Christopher D.
Ford 2010 yılında filme sahte bir fragman çeker ve videoya “Korkunun ustası Eli
Roth’tan” yazarlar.
Fragmanı
izleyen Roth fikirden hoşlanır ve filme desteğini verir. Ve film 2014’te
izleyicisiyle buluşur.
Jack’in
doğum günü partisi vardır. Partinin sürpriz konuğu ise bir palyaço olacaktır.
Ama organizasyonda bir sorun olur ve palyaço gelemez. Bunu haber alan Jack’in
babası Kent soruna bir çözüm bulacaktır. Emlak işiyle meşgul olan Kent, evin
birinde eski bir sandık içerisinde tozlu bir kostüm bulur. Zamanlama
mükemmeldir. Kent palyaço kostümünü giyer, eve gider ve partiyi kurtarır. Fakat
bir sorun vardır. Kostüm Kent’in üzerinden çıkmayacaktır.
Bedeniyle
adete bütünleşen, derisine yapışan, etiyle kaynaşan palyaço kostümü Kent’in ve
çevresindekilerin hayatını zindana çevirmeye başlar. Şeytan, Kent’in bedeninde
vücut bulmaya başladıkça, Kent’in de bu kötü varlığı beslemesi, diri tutması
gerekmektedir. Bunun için de çocukları yemesi gerekiyordur. Bu noktada şeytan
tarafından henüz tamamen ele geçirilmemiş Kent, iç dünyasında büyük bir savaş
vermeye başlar. Bedeni açlıkla tatmin olmayı beklerken, ruhu böylesi vahşi bir
eylemi gerçekleştirmemesi için direnç gösterir. Kent çözümü kaçıp, saklanmakta
bulur. Eğer kendine engel olamazsa, zaman tanrısı Kronos gibi kendi çocuğunu
yiyerek büyüyecek, güçlenecektir.
“Uyuyamıyorum,
palyaçolar beni yiyecek,” diyen Alice Cooper’ın şarkısında olduğu gibi Jack ve
annesini zorlu bir süreç bekliyordur. Jack’in annesi ne olursa olsun eşini
yanlarında isterken, Jack de çok sevdiği babasını doyurmaya çalışır. Clown’u
izlerken 1980 yapımı The Shining’i de hatırlamadan edemiyor insan. “Güvendiğim
dağlara karlar yağdı” nidasıyla, ürkütücü baba figürünün filmin merkezine
yerleştiren ve babayla izleyiciyi korkutmayı hedefleyen Stanley Kubrick’in
aksine Jon Watts palyaço babaya karşı empati kurmamızı sağlıyor. Ne kadar
vahşileşirse vahşileşsin, izleyici olarak Kent’e acıyor ve düştüğü bu çıkmazdan
kurtulsun, mutlu günlerine geri dönsün istiyorsunuz.
Tüm geriliminin
altında Clown içten içe hüzünlü bir film. Turgut Uyar’ın şiirinde dediği gibi,
“bunu
palyaço söyledi,
palyaço
söyledi ben yazdım
yazdım,
yazmasam ağlayacaktım.”
Candan
Selman